Heyecandan uçacak gibiydim. İçim içime sığmıyordu. Bir bayram heyecanı bütün aileyi alıp götürüyordu. Her birimiz de bayramın gerektirdiği gibi sabah erkenden uyanmıştık. Babam diğer erkekler gibi karısına yardım etmekten gocunmazdı. Kalkar kalkmaz, karısına yardım olsun diye çayı koymuş, sofrayı hazırlamaya koyulmuştu. Annemse, o bizim Sultanımız olduğundan beş dakika daha uyumaya hakkı vardı. Biz kardeşimle onlara göre biraz daha geç kalkmıştık. Anne ve Babam çalıştığı için biz kreşe giderdik. Kreş kahvaltısı pekiyi olmazdı. Ufacık bir peynir, bir iki dilim ekmek, ne zamandan kaldığı belli olmayan bir kaç tane zeytin ve bazen de bizi kahvaltıya teşvik etmek için tabldota bıraktıkları sağlıksız çikolata kreması vardı. O yüzden tatil günlerini iple çekerdim mesele kahvaltı değildi elbet. Aslında bizim için önemli olan Anne ve Babamın bizimle beraber kahvaltı etmesiydi. Derken çay demlendi. Babam sofrayı Annemle birlikte kurdu. Bizde onları izlediğimiz sırada bir bardak Babamın elinden düşüverdi. Annem hemen bir çırpıda kimse üzerine basmasın diye öne atıldı. “Kimse kıpırdamasın ben şimdi toparlarım.” dedi. Annem temizlik konusunda o yaşlarda çok dikkatimi çekmiş olacak ki onun için her yerde; “Benim Annem beş dakikada etrafı toplar…” diye anlatır dururdum. Annemin yerdeki cam kırıklarını temizlemesinden sonra sofraya oturduk, kahvaltımızı yaptık. Karnımızı doyurduktan sonraysa hemen hazırlanmaya koyulduk önce Nazilli'ye Feryat Dayımları görmeye, sonra da Karacasu'ya Dedemlere bayramlaşmaya gidecektik. Heyecanlıydım ama sadece heyecanlanan ben değildim. Babam da heyecanlıydı, Annem de… Hatta her şeyin farkında olup, kimseye çaktırmayan, küçük kardeşimde… Heyecanımız bayramdan olsa gerek muhakkak ama heyecanımızın asıl sebebi dışarıdaki kırmızı kısrağımızdı... Her ne kadar kısrak olmasa da sonunda bizimde arabamız olmuştu. Köye ilk kez kendi arabamızla gidecektik. Araba almamız da tam bir tesadüf üzere olmuştu. Dayım demişti Babama; "Enişte artık aile büyüdü... Size şimdi bir de araba almak lazım." Nedense Babam ve Annem hiç hayır dememişlerdi. Biliyorlardı arabanın artık bir ailenin olmazsa olmazı olduğunu. İki çocuklu bir aile için araba lüks bir ihtiyaç olmasa gerek. Arabalı olarak ilk bayramımızdı. Ailemin bütün fertleri güzel kıyafetlerini giymişlerdi. Babam havalı kahverengi bir pantolon, ayağında siyah rugan ayakkabılar, üstünde ise beyaz bir gömlekle adeta film artistlerine benzemişti. Annemse koyu yeşil ve siyah karışımı bir elbise ile bordo renkli bir ayakkabılarıyla, hükümet kadın gibi bir görünümü vardı. Kardeşimse tam bir cimcime olmuştu. Kırmızı elbisesi ve beyaz çorapları vardı. Evin genç abisi olan ben ise mavi bir kot ile renkli bir gömlekleydim. Bizim arabamız küçük bir arabaydı. Tek kapılı olduğundan arka koltuklara ulaşabilmek için ön koltuğu yatırmak gerekiyordu. Annem, ben ve kız kardeşimi o şekilde arka koltuğa oturttu. Kendisi ise Babamın yanında yer almıştı. Babamın anahtarı çevirmesiyle Kırmızı Kısrağımız yollardaydı. Aydın-Denizli yolu Bayram zamanı çok kalabalık olur. Bütün herkes yollarda olduğundan bütün arabalar yavaş yavaş ilerlemek zorundadırlar. Bizde trafiğin elverdiğince ilerlemeye çalışıyorduk. Ben o yaşlarda öğrenmiştim yol güzergâhını önce Umurlu, sonra Köşk ondan sonra Sultanhisar daha sonra Atça ve son olarak da Nazilli. Nazilli'de Feryat Dayım ile Leyla Yengem ve çocukları oturuyorlardı. Biz her Bayram Karacasu'ya gidersek onlara da uğrardık. Feryat Dayım hayatımda gördüğüm en esprili, en eğlenceli insandı. Onun yanında gülmek, bedava olduğundan, fazla fazla gülerdik. Aslında asabi bir insandı, ama o asabiyet, esprilerinin yanında, devede kulak kalırdı. Leyla Yengem ise tam bir otoriteydi. Dediğim dedik çaldığım düdük derdi ev sakinlerine… Çocukları Gökçe ve Şefik ise bizden epey büyüklerdi. Evin en yakışıklısı Gökmen ağabeyimiz ise İstanbul'da dergi işleriyle uğraşıyordu. Feryat Dayımların evi üç katlı devasa bir evdi. En üst katında kocaman bir teras vardı. Feryat Dayım fotoğraf işi ile uğraştığından kendisine kocaman bir ev yaptırmıştı. Ona herkes Foto Feryat derdi. Uzun boylu, yakışıklı aynı zamanda karizmatik bir görünüme sahipti. Arabamızın olmasına onlar da çok sevinmişlerdi. Bayramlaşma faslı bittikten, tatlıları da yedikten sonra, sıra geldi vedalaşmaya... Feryat Dayım ve ailesi bizim için çok önemli insanlardı. Çünkü Feryat Dayım Anneannemin abisiydi. Ailenin en büyüklerinden birisiydi. Vakit çok geç olmadan Karacasu yoluna koyulmuştuk. Kırmızı kısrağımız saat gibi çalışıyordu. Karacasu'ya Kuyucak’a girmeden şehrin dışından sağa doğru kıvrılan bir dönemeç vardır. O dönemeçten döndükten sonra Karacasu’ya yirmi beş kilometre yazısını görünüyordu. Yolda seyir halindeyken Babamın sigara içeceği tuttu, Annemden sigara istedi. Annem de oralı olmayınca Babam sinirlenip kendisi alacağım derken az kalsın kaza yapıyorduk. Verilmiş sadakamız varmış. Kazayı kıl payı atlattıktan sonra nihayet güvenli bir şekilde yolumuza devam ediyorduk. Bu sefer de Başaran, Yenice, Esençay ondan sonra da, Karacasu'ya geldik. Dedemin evi, iki katlı bir evdi. Alt katta bodrum katı, üst katta dedemler otururlardı. Bodrumun solundan bir merdiven çıkar, bu merdivende koridora açılırdı. Yemyeşil duvarlı bu evi Dedem satın almak için vaktiyle epey para harcamış. Dedem, yaş geçince, her Karacasulu Kerne esnafı gibi ununu eleyip duvara asmıştı. Ekmek teknesi artık Amcama emanetti. Dedem ve Babaannem geçimlerini, Dedemin vaktiyle yatırdığı Bağ-Kur’dan, üç aydan üç aya gelen, maaşla sağlamaktaydı. Dedemin cüzdanı yoktu naylondan bir para kesesi vardı. Bizim bayramlıkları onun içinde tutardı. Dedemin üçü erkek iki de kız olmak üzere tam beş torunu vardı o zamanlar. Hepsinin de Bayramlığını hazır ederdi bu eski toprak. Dedem bana sürekli hayatımdan memnun olup olmadığımı sorardı. Ben kızardım iki de bir aynı soruyu sormasından. Dedemle adımız aynı olduğundan belki de beni kendi yerine koyduğu için bu soruyu bana sorar dururdu. Nihayet bütün aile bir araya geldi. Babamın iki kardeşi olduğundan benim iki tane yakışıklı Amcam vardı. İkisi de birbirini aratmazdı. Nihayet bayramlaşma faslı bitmişti. Biz bütün amcaoğulları toplanıp bilye oynadık. O zamanlar kuyu diye bir oyunumuz vardı en çok onu severdik. Sabunla yeşil halıya bir yuvarlak çizip değerli bilyeleri o dairenin içine koyardık. Sonra da en uğurlu bilyemizle onları dışarı çıkarmaya çalışırdık. En fazla kim dışarı bilye çıkarırsa kuyudan o bütün bilyelerin sahibi olurdu. Akşam yemeğinin de yenmesiyle Dedemlerin evinde bir gece kalacağımızı öğrendim. Heyecandan uçacak gibiydim. Dedemlerde yataklar yer yatağı ve yastıkları çok uzundu. Kendi yatağım kadar rahat olmasa da yerde yatmanın da güzel tarafları vardı. Serin serin uyurduk o yataklarda. Oda sayısı fazla olmadığından ve soğuktan etkilenmemek için ailecek beraber uyurduk. Anne ve Babamın yanında uyumak ayrıca bir huzurlu gelirdi. Geçirdiğim güzel bayram gününün etkisiyle erkenden uyumuşum. Sabah olduğunda erkenden kalkan ben çizgi film izlemek için dedemin yattığı oda da almıştım soluğu. Dedem de benim gibi erkenci olduğundan sabah sabah bir yandan aç karnına birinci marka filtresiz sigarasını tüttürüyor bir yandan da sabah haberlerine bakıyordu. Dedemin yanına gidip oturdum çizgi film açmasını bekledim ama dedem oralı değildi. Nihayet haberler bitti dedem çizgi film açacak dediğim sırada Babaannem elinde odunlarla içeriye girdi. Sobalı evde oturmanın tadını biz dedemlere geldiğimiz zaman anlıyorduk. İçerisi o kadar sıcak olurdu ki biz kapı pencere açmak zorunda kalırdık. Babaannem odunları kendi kırardı yani o kadar güçlüydü. Dedem Babaanneme “Hatun” diye hitap ederdi. Bizim bu çok hoşumuza giderdi küçük amcaoğluyla baya eğlenirdik. Babaannemin odunları sobaya atmasıyla içerisi yine ateş gibi olmuştu. Babaannem çayı sobanın üzerine koyup öyle demlerdi. Biz ocakta yakardık. Bu bana hep enteresan gelirdi. Küçük kardeşimin kalkmasıyla Anne ve Babam da nihayet uyanmıştı. Babaannem bize güzel bir yer sofrası kurmuş hep beraber kahvaltı edecektik. Dedemlerdeki peynir bizim şehirde yediğimizden farklıydı. Daha tuzlu ve sakız gibi bir tadı vardı. Hakiki keçi peyniri böyle oluyormuş. Dedem onu Pazartesi Pazarından alır Babaannem tuzlardı. Babaannem sabah kahvaltısında haşlanmış patlıcan yerdi. Onun damak tadı benim alışmış olduğum tat ile alakası yoktu. Eski topraktı kocamış sultan demir gibi sağlam bünyesi vardı. Dedem tatlıyı çok severdi o yüzden bal kaymak sofradan eksik olmazdı. Kahvaltı faslı bittikten sonra sıra geldi oyuna. Babaannem biraz çocuk ruhlu bir kadındır. Onunla oynamak ben ve amcaoğullarım için bir hediyeydi. Dedemse ciddiyet abidesiydi. Herkes ondan çekinirdi. Çatık kaşları, tok ve kalın sesi ve kocaman çerçeveli gözlüğüyle sülalenin otoritesiydi. Herkes ona danışır fikir alır akıl isterdi. Belediye Başkanın bile ondan fikir almaya geldiği olurdu. Dedemiz karizmatik ve yakışıklı bir adamdı. Onunla ne kadar gurur duysak azdır. Karacasu da hatırı sayılır isimlerin başında gelirdi. Hep beraber yaptığımız güzel kahvaltıdan sonra artık veda vakti gelmişti. Ailecek Dedem ve Babaannemin ellerini öptükten sonra kırmızı kısrağımıza bindik. Yola koyulmamızla Babaannem arkamızdan su dökmeyi de ihmal etmedi. Kardeşim ve ben her ne kadar küçük olsak da bayramın güzel bir şey olduğunu daha o yaşlarda fark etmiştik. Daha yolu yarılamadan ikimizde uykuya dalmıştık. Gözümüzü açtığımızda Aydın’daydık. O bayramdan sonra kırmızı kısrağımızı çok masraf çıkardığından dolayı Annem ve Babam satılmasına karar verdi. Her ne kadar üzülsek de güzel bir bayram geçirmiştik onunla bu da hoş bir anı olarak aklımızın bir köşesinde daima kaldı.
VAN/2020
Comments